Röportaj

Taylan Çintay’la Röportaj: Zindanda insanları evcilleştirmeye çalışıyorlar

Aralık 2011’de Taylan Çintay’ın tedavi için bulunduğu Adana’da, Kenan Karavil tarafından yapılan röportajı yayımlıyoruz. Kenan Karavil’e ve Dünya Radyo’ya teşekkür ederiz!

Kendinizi kısaca tanıtır mısınız?

1976 Malatya doğumluyum. 1994 PKK’ye katıldım. 1998’de yakalanıp zindana getirildim. Dönemin olağanüstü mahkemeleri olan DGM’de yargılandım ve müebbet hapis cezası (36 yıl) aldım. Erzurum, Antep ve en son Diyarbakır D Tipi cezaevinde kaldım. Bazen de (şu anda olduğu gibi) Adana’ya tedavi amaçlı getiriliyorum. Toplam 14 yıldır cezaevindeyim.

Dinleyicilerimize, okurlarımıza zindanı tanımlar mısınız?

Zindan, hapishane, mahpus, cezaevi… bunlar üzerine söylenmiş o kadar söz, analiz ve şarkılar var ki; yeni bir şey söylenebilir mi bilmiyorum. Ben zindanın kökeninde insanlığın köleleşme tarihinden ziyade, insanın hayvanla kurduğu ilişkiyi görüyorum. Köleleştirmede belki inançsal boyutlar bulabiliriz. Ama hayvanda bu olmaz. Hayvanı terbiye etmede ön şart bağlamadır. Bağlanmaya alıştırmadır, ipi olmasa da bağlanmış gibi davranmasını sağlamadır. Onu gerektiğinde sağılacak, kırkılacak, kesilip yenilecek, binilecek kıvama getirmek amaçlanır. O, güvenlik, beslenme, üreme, hatta ölme gibi hayatın en kalın çizgilerinde bile tamamen “sahip” olanın denetimindedir. “Hayvanın köleleşmesi” gibi bir tabir neden kullanılmaz? Çünkü nihayetinde köle biyolojik bir makinedir. Verilen işi verilen zamanda yapma gibi görevi vardır. Hayvanda ise köleleştirmekten ziyade evcilleştirmektir. Zindan iktidarın evcilleştirme merkezidir. Burada amaç kişinin ve o kişinin şahsında temsil edilen kimliklerin ya da fikrin iradesizleşmesi, kendi adına hiçbir eylem ve de hafızaya sahip olmaması, yani kendine ihanet eder konuma getirilmesidir. O bahsettiğimiz hayatın tüm damarları hakkında “sahip”in kararını beklemesidir. Bundandır ki, cezaevlerindeki her şeyin aynı zamanda sembolik ifadeleri vardır. Duvarlar, zincirler, tel örgüler, berberler, yemek beklemeler… En basitinden örneğin son dönemde mazgallar kapıların orta bölümünden aşağısında yapıldı, yani sen devletin yetkilisiyle konuşurken ya da temek alırken eğilmek veya diz çökmek zorundasındır. Tabii ki bu ülkede on yıllardır devrimciler zindanlarda direniyorlar. Büyük bedeller verdiler ve hâlâ veriyorlar. Devletin toplumu tasarlamakta kullandığı bu laboratuvarlarda evcilleşmeyi reddederek toplumu savunuyorlar. Çünkü bu direnen insanlar iyi biliyorlar ki “sahip” acımasız olduğu kadar hain ve nankördür de. Evcilleştirdiği hayvanlardan faydalanır ama onların isimlerini de küfür olarak kullanır. Siz hiç evcil bir hayvanın ismini çocuğa veren insan gördünüz mü?

Siz de cezaevlerinde bulunan hasta tutsaklardan birisiniz. Ağır hastalıkların zindanla bağı nedir?

Bu ülkenin cezaevlerinde yıllarca yatıp da, kronik bir hastalığa yakalanmayan kimseyi tanımıyorum. Elbette belirleyici olan biraz önce bahsettiğimiz, devletin amacı ile zindandaki insanın ruhu arasındaki gerilimdir. Ama bir de fiziki koşullar var. Her şeyden önce geliştirilmiş ağır tecrit koşullarında kalıyorsunuz. Yalnızlaştırılıyor ve sosyal açıdan yok edilmek isteniyorsunuz. Dar, kapalı ve çoğu zaman rutubetli odalarda yıllarca kalıyorsunuz. Olayın psikolojik boyutunu bir kenara bıraksak bile, bu fiziki koşullar adeta bedenimizi kemiriyor. Yazın serinleyemiyor, kışın ısınamıyorsunuz. Yeterince hava alamıyor ve hareket edemiyorsunuz. En kalitesiz malzemelerden özensiz ve temiz olmayan yemekler size veriliyor. Tuvalet, lavabo ve banyo hepsi küçük bir yerde toplanmış. Sağlık koşulları yetersiz olduğu gibi, ilaç ve tedavi süreçleri de oldukça sıkıntılı. Böylesi olumsuzlukları daha da sıralayabiliriz.

Devlet cezaevine koymuş olduğu her tutsağın yaşamından sorumlu olduğunu dile getiriyor. Bu söylem gerçeği ne kadar yansıtıyor? Henüz kısa bir süre önce Latif Badur yaşamını yitirdi?

Sadece Latif Badur değil, onlarca arkadaşımız yaşamını cezaevi kaynaklı hastalıklardan dolayı ve yine cezaevinde yitirdi. Devletin sağlığımızdan sorumlu görünmesi tam bir kara mizah örneği. Ben cezaevine girdiğimde herhangi bir hastalığım yoktu. Ama şimdi üç yıldır mesane kanseri hastalığıyla uğraşıyorum. Diğer arkadaşlarım da benzer durumda. Sonra devlet bana ne diyor? “Hastalığın ağır ama cezaevinde tedavi olabilirsin.” Nasıl olacak? Beni hasta eden zaten cezaevi! Bir insanı hasta eden koşullarda nasıl tedavisini beklersin? Devlet cezaevlerinde onlarca insanı böyle öldürdü. Kimi düzenlenmiş evrak dosyalarıyla ve niyete bağlı elastik hukuk yorumlarıyla bu cinayetleri örtemezler. O cezaevinde ölen, dirhem dirhem eriyen, son nefeslerini dahi kapalı kapılar arkasında tek başlarına veren insanları düşünüyorum da, şu devlet adına yetkili insanlara ne söyleyeceğimi bilemiyorum. “O zulmettiğiniz insanların laneti üzerinizde olsun” diyorum, sadece. İnandıkları herhangi bir değerleri, tanrıları, ya da insanlık adına, vicdan adına bir şeyleri var mı ki bunların?

Şu an Ergenekon davasında, yapılanlardan birinci derecede sorumlu olmaktan dolayı yargılanan kimi generaller hastalık nedeniyle dışarıdayken, aynı hak neden diğer tutsaklara tanınmıyor? Devlet hasta tutsaklar arasında ayrım mı yapıyor?

Bir yerlerde okumuştum herhalde, El Kaide mensupları uçak kaçırınca ya da kalabalık bir yerde kanlı eylemler yapınca önce bir insanı alıp ölümcül şekilde yaralayıp, onun çırpınışını çevrelerine seyrettiriyorlarmış. Bu yöntemi CIA’dan öğrenmişler. Böylelikle çevredeki insanlar geçirdikleri şok nedeniyle o kanlı eyleme müdahale edemez duruma geliyormuş. Devletin hasta tutsaklara yaklaşımı tam da böyle bir terör yöntemidir. İnsanların ölümlerini hazırlıyorlar ve onların çırpınışlarını arkadaşlarına, halka setrettirip insanlardan yenilgilerini bekliyorlar. Yani devlet özellikle PKK davasındaki insanlardan intikam alıyor. Elinden gelse öldükten sonra bile cezalandıracak. Sadece Ergenekon davasında değil, birçok insanı da serbest bıraktılar. Size basit bir örnek vereyim. Erbakan örneği var. Yaş haddinden serbest bırakıldı ve bence de bırakılması gerekiyordu. Ama PKK davasında da 80 yaşlarında, yıllarca cezaevi yatmış, üstelik ağır kanser hastası olan insanlar var. Onları neden bırakmıyorsun? Çünkü devlet intikam alacak! Sadece onlardan da değil, ailelerinden, arkadaşlarından, kimliğinden de intikam alacak. Onların ve diğer ağır hasta tutsakların çırpınışlarını zevk duyarak kamuoyuna seyrettiriyor. Herkesin o insanların çırpınışında devletin gücünü görmesini istiyor.

Cezaevlerinde adeta toplumun vicdanı kanamakta. Dışarıdakilerin içerdeki hasta tutsaklara karşı duyarlılığını nasıl görüyorsunuz?

“Toplumun vicdanı” derken adresi belli olmayan bir yere işaret ediyoruz. “Hangi toplumun” sorusu geliyor akla. Bu ülkedeki insan hakları kurumlarına ya da benzer insani duyarlıklara bağlı insanlar elbette çok değerliler. Ama ne yazık ki, azınlıktalar ve zaten medya ve siyasi erkler tarafından kriminalize edilmiş durumdalar. Söyledikleri sözler ve eylemler belli bir “alışılmış taşkınlıklar” kapsamında ele alınıyor ve eritiliyor. Adeta sistem öyle bir kendini örgütlemiş ki, bu insanlardan gelen her tepkiyi çelik kasaların içinde patlatılan küçük bombalara dönüştürüyor. Kasayı parçalayacak düzeye gelinmiyor ya da getirilmiyor. Sonuçta ne yazık ki bu değerli insanların çabaları ve çığlıkları da cezaevlerindeki ölümlere bir ağıt olmaktan öteye gitmiyor. Burada en fazla ailelerin yaşadığı dramlar acı veriyor. Yakınlarının cezaevinde parça parça ölmesini seyrediyorlar ve ellerinden bir şey gelmiyor. Hasta tutsaklar içeride onlar ise dışarıda çırpınıyorlar.

Geri kalan “toplum”a dönecek olursak, onların kendilerine ait bir yürekleri olduğundan dahi şüpheliyim. Bu ülkedeki hangi haksızlığa karşı durdular ki buna da karşı dursunlar. Onların çoğu evcilleşmeye anne karnında karar vermişler! Kendi hayatına bile anlam yüklemeyen insanın başkasına faydası olabilir mi? Böylesi insanlar tam da devletin neredeyse yüz yıllık mühendisliğinin eseridirler. Onların ölçüleri yoktur. Güce inanırlar ve güçlüye itaat ederler. Mazlumun yanında oldukları görülmemiştir.

Daha birkaç gün önce ameliyat oldunuz. Kaç kez ameliyat oldunuz? Gelinen aşamada sağlık durumunuz nasıl? Tedaviniz devam edecek mi? Size doktorların yaklaşımı nasıl?

Evet bu beşinci ameliyatım. Kendini sürekli yenileyen bir hastalık olduğu söyleniyor. Tedavimin ne zamana kadar süreceğini bilmiyorum. Sürekli hastalık kapsamında ele alınıyor. Hastanelerde sadece ameliyatlardan, tedavilerden değil, oradaki koşullardan, sağlık çalışanlarından ve askerlerden de çekiyoruz. Yani “hapishane”den sora “hastahane”den çekiyoruz. Bu ülkede sonu “hane” ile biten yerlerde devletin gerçek karakterini ve yüzünü görürsünüz. Gidip bakılsın. Manidar bir şekilde hastanelerdeki mahkûm koğuşları morglara yakın yapılmıştır! Çoğunun içi kirli ve pis kokar. Küçücük olması yetmezmiş gibi sıkı sıkıya da kapalıdır. Yetmezmiş gibi demir kapının penceresinden askerler sizi sürekli izler. Şunu söyleyebilirim ki doktorların çoğu diğer hastalara nasıl yaklaşıyorsa bize de öyle yaklaşıyorlar, ki doktorların diğer hastalara pek saygılı yaklaştığı söylenemez. Elbette doktorlar arasında ideolojik yaklaşanları, hatta tedavi etmeyi kendi faşist zihniyetine yakıştıramayanları da gördüm. Ama daha çok hemşire, hasta bakıcı gibi insanların kışkırtıcı tavırlar aldığını söyleyebiliriz. Askerlerde de benzer saldırganlıklar sık görülür. Adeta hasta mahkumun üzerinden ne kadar kahraman olduğunu sergiler. Özellikle çatışmaların yoğunlaştığı dönemlerde herkeste bir çeşit “vatanseverlik” gösterisi başlar. Tıpkı apartmanlara asılan bayraklar gibi, en büyük gösteriyi yapanın karakterine baksanız zemine en yakın insanı bulursunuz.

Rahatsızlığınızdan dolayı sık sık ring araçları ile uzun ve kısa yolculuklar yapıyorsunuz. Yorucu yolculuklar olduğunu biliyoruz. Bu sağlığınızı nasıl etkiliyor?

Cezaevinde bulunan tüm insanlara sorun, “cezaevini özledim” lafı ne zaman söylenir? İşte o enteresan araçlara yani ringlere binilince! 2,5 metrakarelik bir yerde sadece tahtadan altı sabit sandalye vardır. Buralara çoğu zaman tıka basa doldurulursunuz. Elleriniz kelepçelidir ve hareket bile edemezsiniz. Yerde ayların birikmiş kiri ve çöpü vardır. Üzerinize kapı kapatıldıktan sonra askerler kalabalık şekilde doluşurlar arabaya. O havasızlık ve koku yetmezmiş gibi bir de askerlerin içtiği sigara dumanına maruz kalırsınız. Yanınızdaki birileri ya da kendiniz kusarsınız. Ve bu haliyle saatlerce sallana sallana yolculuk yaparsınız. Bir de yazın sıcağına denk geldiniz mi… Yani anlatmakla hissedilmez. Ancak o araçlara uzun süre binenler söylediklerimi anlar. Sağlam insanların dayanamadığı bu araçlarda hasta insanlar sürekli yolculuk yapmak zorunda kalıyor. Bu yolculuklardan sonra mutlaka, öncesinden daha kötü bir durumda oluyorlar. Düşünün bu araçlarla insanlar yazın kavurucu sıcağında ya da kışın soğuğunda Diyarbakır’dan, Van’dan, Muş’tan İstanbul’lara falan gidip geliyorlar. Ben de sık sık yolculuk yapmaktan dolayı oldukça yıpranıyorum.

Sonuç olarak dışarıda görece daha özgür ve sağlıklı insanlara, liberal demokrat ve aydınlara çağrınız nedir?

Haksızlıklar, mağduriyetler ve zulümler karşısında birilerinin kendilerine çağrı yapmalarına gerek var mı bilmiyorum. İnsanların değerlerle, insanlıkla, hayatla, doğayla, tarihle, ne bileyim en azından kendisi ile bir ilişki düzeyi olur. Bu düzey onun varoluş anlamını da belirler. Dinler, ideolojiler, sanatlar, bilimler… bu anlamı yüksek tutmak için büyük mücadeleler vermişlerdir. Ama böylesine göz önünde yaşanan cinayetleri seyreden bir kalabalıkta her şey iflas eder, ya da etmiştir. Zulüme karşı sessiz kalmakla sadece ezilenlerin acı çekmesine sebep olunmaz. İnsanın kendine, inandığı her şeye, geçmiş ve geleceğine, beslendiği toprağa, içtiği suya, sevdiği insanlara yabancılaşması hatta düşmanlaşması da gerçekleşir. Geriye sadece “dilsiz şeytanlar” kalır. Bir çağrım olacaksa belki şöyle derim: Boş verin hasta tutsak mahkumları kurtarmayı, sadece insanlığınızı kurtarın.

Kenan karavil

Yorum bırakın